3 Ekim 2007 Çarşamba

Frankfurt Okulu

Almanya’da 1920’li ve 30’lu yillarda ortaya çikan Frankfurt Okulu’nun mensei, Marksizmin ya da her türlü tahakkümü elestirmek ve ortadan kaldirmak gibi pratik bir niyetle tasarlanmis bir kuramin kapsamini neyin olusturdugu tartismasindan bagimsiz degildir.

Okulun düsünsel gelisim eksenini kavramak için, bu eksenin baglamini olusturan çalkantili olaylarin yerli yerine oturtulmasi gereklidir.: I.Dünya Savasi’nin ardindan Bati Avrupa’daki sol kanat isçi sinifi hareketlerinin yenilgisi , Almanya’daki kitlesel sol kanat partilerinin reformist Ya da moskova denetimindeki hareketler seklinde çöküsü, , Rus Devrimi’ni Stanilizme dönüserek yozlasmasi Nazizm ve Fasizmin yükselisi. Bu olaylar , Marksizmden esinlenen, ama ya sosyalizmin ' plani"nin tarihin kaçinilmaz bir parçasi oldugu ya da "dogru" toplumsal eylemin yalnizca , parti çizgisinin resmi duyurusunu takip edecegi görüslerinin ne kadar yaniltici v e tehlikeli oldugunu anlamaya hazir olanlar açisindan temel sorunlarin sorulmasini sagladi.

Frankfurt okulu, dogrudan dogruya anti-Bolsevik bir radikalizm ve ucu açik birakilmis ya da elestirel bir Marksizm ile iliskilendirilebilir. Hem kapitalizme hem de Sovyet sosyalizmine düsman olan Frankfurt okulunun yazilari, toplumsal gelisme için alternatif bir yol olanagi tutma arayisi içinde olmus; ve 1960 ve 1970'li yillarda "Yeni Sol"a bagli olanlarin çogu ; çalismalarinda, hem Marksist kurami ilgi çekici bir yorumunu ve hem de Marksizme daha ortodoks yaklasimlar tarafindan hem de hiç ulastirilmayan konu ve sorunlarin (örnegin bürokrasi ve otoriterlik) üzerinde önemle duruldugunu görmüslerdir.

Frankfurt okulunun düsünceleri genel olarak "elestirel kuram° basligi altinda adlandirilmaktadir. (Jay 1973; Jacoby 1974). Ancak, elestirel kuramin bir bütün olusturmadigini önemle
vurgulamak gerekir. Elestirel kuram, ona bagli olan herkes açisindan ayni anlama gelmez. (Dubiel 1978; Held 1980). Bu ad altinda gevsek bir biçimde toplanabilecek düsünce gelenegi iki kola ayrilmistir. Birincisi, 1923'de Frankfurt’ta kurulan, 1933'de Almanya'dan sürgün edilen, bundan kisa bir süre sonra Amerika'ya yerlesen ve 1950'li yillarin baslarinda Frankfurt 'ta yeniden kurulan "Toplumsal Arastirma Enstititüsü" etrafinda toplanmisti.

Enstitünün önemli üyeleri, Max Horkheimer (felsefeci, sosyolog ve sosyal psikolog), Friedrich Pollock (iktisatçi ve ulusal planlama sorunlari konusunda uzman), Theodor Adorno (felsefeci, sosyolog müzikolog), Erich Fromm (psikanalist, sosyolog), Herbert Marcuse (felsefeci), Franz Neuman (siyaset bilimci, özellikle hukuk alaninda uzman), Leo Lowenthal (popüler kültür edebiyat konularinda uzman), Henryk Grossman (siyasal iktisatçi), Arkadij Gurlarland (iktisatçi, sosyolog) ve Enstitünün "dis çevresinin bir üyesi olarak Walter Benjamin (denemeci ve edebiyat elestirmeni). Enstitünün üyelerine sik sik "Frankfurt okulu" olarak hitap edilir. Ancak bu, Enstitü üyelerinin çalismalari her zaman birbirine sikica bagli ya da tamamlayici bir projeler dizisinden olusmadigi için, yaniltici bir adlandirmadir. Bir "okul" dan mesru bir biçimde söz edilebilmesi, yalnizca Horkheimer, Adorno, Marcuse, Lowenthal, Pollock ve (Enstitünün ilk dönemleri için) Fromm'un çalismalarina referansla mümkündür ki, bu kisiler arasinda da oldukça temel görüs ayriliklari bulunmaktadir.

Elestirel kuramin ikinci kolu, Jürgen Habermas'in felsefe ve sosyoloji alanlarindaki, elestirel kuram kavramini yeniden sekillendiren yakin dönem çalismalarindan kaynaklanmaktadir. Bu yeniden sekillendirilme girisimine katkida bulunanlar arasinda, Albrecht Wellmer (felsefeci), Claus Offe (siyaset bilimcisi, toplumbilimci) ve Klaus Eder (antropolog) bulunmaktadir. (Wellmer 1974).

Asagida yapilacak olan degerlendirme, Frankfurt okulunun önde gelen üyelerinin -Adornoo, Horkheimer, Marcuse ve Habermas- çalismalarina yöneliktir; onlar, elestirel bir toplum kuraminin gelistirilmesinde bugüne dek baslica katkilari gerçeklestirmis olan kisilerdir. Bu tür bir kuram fikri, onlarin çalismalarindaki birtakim ortak ögeler araciligiyla saptanabilir. Elestiri kavraminin akil ve bilginin olanakliliginin kosullarina yönelik bir ilgiden (Kant), tinin ortaya çikisi üstüne düsünmeye (Hegel) ve daha sonra da özgül tarihsel biçimler üstünde bir vurguya-kapitalizm, degisim süreci (Marx) dogru genisletilip, gelistirilmesi, Enstitü tarafindan da sürdürülmüstür.

Enstitü üyeleri, tüm toplumsal pratiklerin tartisilmasinda elestirel bir perspektif gelistirmeye çalistilar; bu, ideoloji elestirisiyle, yani asimetrik iktidar iliskilerini gizlemeye ve mesrulastirmaya çalisan ve gerçekligin sistematik bir biçimde tahrif edilmis yorumlari olan ideolojinin elestirisiyle ugrasan bir perspektifti. Onlar, toplumsal çikarlarin, çatisma ve çeliskilerin düsüncede nasil ifade edildigi ve bunlarin tahakküm sistemlerinde nasil üretildigi ve yeniden üretildigiyle ilgiliydiler. Bu sistemlerin incelenmesinin, tahakkümün kökleri konusunda uyanisi çogaltmada, ideolojileri geriletme ve bilinçlilik ve eylem degisikliklerini zorlamada yardimci olacagini umuyorlardi.

Öncelikle felsefe egitimi almis olan elestirel kuramcilarin hepsi, Alman Felsefe Geleneginin temel kazanimlari üzerine yazdilar. Amaçlari bütün kapali düsünce sistemlerinin kilidini kirmak ve elestirel projenin gelisiminin önüne set çeken gelenekleri yikmak oldugundan, onlar bu çalismalarini, hem çözümleme hem de müdahale olarak kavriyorlardi. Bu dört düsünür, Alman idealizminin ilgilerinin çogunu sakli tuttular -örnegin, aklin, hakikatin ve güzelligin dogasi-; fakat Kant ve Hegel'in bunlara iliskin anlayislarini yeniden formüle ettiler. Marx'i izleyerek tarihi, felsefe ve topluma yaklasimlarinin merkezine yerlestirdiler (örnegin, Marcuse 1941).

Ancak, her bir üye, bir yandan bütün bilginin tarihsel olarak kosullandigi fikrini muhafaza ederken, öte yandan da bu bilgiye iliskin hakikat iddialarinin özgül toplumsal (örnegin sinifsal) çikarlardan bagimsiz bir biçimde rasyonel olarak degerlendirilebilecegini ileri sürdü. Elestirel kuramcilar, özerk bir elestiri momentinin olanakliligini savunmustur (Horkheimer 1968, Adorno 1966).

Elestirel kuramcilarin çalismalarinin çogu, geçmisin ve günümüzün önemli felsefeci ve toplumsal düsünürleriyle girilen bir dizi elestirel diyalog etrafinda odaklanmistir. Frankfurt okulunun önde gelen simalari, digerlerinin yanisira Kant, Hegel, Marx, Weber, Lukacs ve Freud'un çalismalariyla ilgilenmeyi ve bu çalismalarin bazi yönlerini bir senteze ulastirmayi denediler. Habermas için, Anglo-Amerikan düsüncesinin belirli gelenekleri, özellikle dil felsefesi ve son dönem bilim felsefeleri de önemlidir. Bu tür bir girisim için gerekli motivasyon her bir kuramci için benzerlik göstermektedir. Yani, disiplinler arasi bir arastirma baglami içersinde, toplumun yeniden üretimi ve dönüstürülmesini mümkün kilan kosullar, kültürün anlami ve birey toplum ve doga arasindaki iliski konusundaki sorularin arastirilmasinda bir temel olusturma arayisi.

Marksizmin Stalinist görünümüyle baskici bir ideoloji haline geldiginin teslimi-böylece de Marksizmin doktrinlerinin zorunlu olarak hakikati açiklayan anahtar konumunda olmadiginin dogrulanmasi-, elestirel kuramin hayati öncüllerinden birini olusturmaktadir. Bu yalnizca "klasik" Marksist kavramlarin, (digerleri arasinda Stalinizm ve Fasizm gibi) bir dizi olgunun degerlendirilmesinde yetersiz kaldiginin degil, ama ayni zamanda Marksistlerin karsi karsiya kaldiklari sorunlarin çözümünde -devrim neden Bati'da bekleniyordu ve neden gerçeklesmedi?- Weber ve Freud gibi düsünürlerin düsünce ve kuramlarinin önemli ipuçlari sagladiginin kabulünü de beraberinde getirmektedir. Elestirel kuramcilarin Marksist olmayan düsünce biçimlerine kiymet vermeleri ve bunlari, uygulanabilir bulduklari ölçüde de gelistirmeye yönelik ilgileri, Marksizmi zayiflatmak yönünde bir çaba anlamina gelmez; tersine bu, Marksizmi yeniden canlandirmak ve gelistirmek için gösterilen bir çabadir.

Bu anlamda, elestirel kuramcilar, Marx'in ekonomi politige yaptigi katkinin önemini teslim ederken, bunun günümüz toplumunu anlamada yetersiz bir temel olusturdugunu düsünmektedirler. Devletin giderek daha çok alanlara yayilmasi, "altyapi" ve "üstyapi"nin artan kenetlenmesi, "kültür endüstrisi" adini verdikleri olgunun yayilmasi, otoriterligin gelismesi; bütün bunlar, ekonomi politigin diger ilgi alanlariyla bütünlestirilmesi gerektigine isaret ediyordu. Böylece siyaset sosyolojisi, kültürel elestiri, psikanaliz ve diger disiplinler, elestirel kuramin çerçevesinde kendilerine bir yer buldular. Mülkiyet ve kontrole iliskin temel sorunun yanisira, isbölümü, bürokrasi, kültürel örüntüler ve aile yapisina iliskin sorunlari ortaya atan Frankfurt okulu, "elestiri"nin konusu olan alani kesin bir biçimde genisletti ve "siyasal" nosyonunun dönüsmesine yardimci oldu.

Elestirel kuramcilarin çalismalari, belki de Marxçi külliyatin en temel dayanagi olan üretim tarzinin, basitçe, nesnel yapilar, yani insani ajanlarin "zihinleri üzerinde" yükselen seyler olarak karakterize edilmesini önleyen karmasik iliski ve dolayimlarin gösterilmesiyle yola çikti. Onlar, özellikle, (görünürde özerk olan ekonomik "altyapi" tarafindan yönlendirilen) tarihsel gelismenin tersine çevrilemez asamalarini ve bu asamalarin anlasilmasinda doga bilimlerinin yöntembilimsel tarzinin uygunlugunu vurgulayan tarihsel materyalizmin "determinist" ve "pozitivist" yorumunu sorguladilar. Marx'in kendisinin de reddettigi bir düsünce tarzina yani, insani öznelligin merkezi önemini gözardi eden bir "tefekkürcü materyalizm"e denk düstügünü iddia ettiler. Ortodoks Marksizmin geleneksel görüs açisi (Alman Komünist Partisinin doktriniyle örneklenebilecegi gibi), hem eylemin nesnel kosullarinin hem de bu kosullarin hangi tarzlarda anlasildigi ve yorumlandiginin birlikte incelenmesinin önemini kavramakta. basarisiz kalmistir. Örnegin, kültür ya da kimlik.:olusumunun ögelerinin çözümlenmesi zorunludur; çünkü "tarih", "kismen bilen öznelerin '' konumlanmis davranislari" tarafindan "yapilmaktadir". Üretici güçler ve üretim iliskiler arasindaki çeliski, önceden belirlenmis bir kriz. rotasina yol açmaz. Krizin yönü, çözümünün dogasi, toplumsal ajanlarin pratiklerine ve kendilerinin de içinde olduklari durumu nasil anladiklarina baglidir. Elestirel kuram, yapi ve toplumsal pratikler arasindaki karsilikli etkilemelerin, nesnel ve öznel olanin belirli toplumsa olaylar içinde ve onlar araciligiyla dolayiminin incelenmesini çagirir.

Sorunlari formüle edis tarzlari açisindan aralarinda önemli farklar bulunmasina karsin, elestirel kuramcilar, gerçeklesebilirse toplumun rasyonelligini arttiracak olan ilerdeki olanaklari çagdas siyasal ve toplumsal sorunlarin incelenmesi araciligiyla aydinlatabileceklerine inaniyorlardi. Bununla birlikte ne yalnizca örtük olani ortaya çikarma, ne de Horkheimer ve Adorno'nun sikça belirttikleri gibi, unutulma tehlikesiyle karsi karsiya olan bir geçmisi -yani, özgürlesme için yapilan mücadeleyi, bu mücadelenin nedenlerini, elestirel düsüncenin kendi dogasini- yalnizca "hatirlamaya" ya da "yeni den biriktirmeye" çalisiyorlardi; onlar ayni zamanda, kuram ve pratik anlayislari araciligiyla önemli yeni vurgular ve fikirler de gelistirdiler Marcuse'nin örnegin, (çileci ve püriten bir bakis açisini sürdüren devrimcilere karsi) kisisel doyumu; (özgürlügün basitçe üretici güçler ve üretim iliskilerindeki degisimi izleyecegi yolunda tartismalar yapanlara karsi) bireysel özgürlesmeyi; (varolan teknolojik biçimlerin gelisi ' 'nin hizlandirilmasi yanlilarina karsi) insanlik ve' doga arasinda varolan iliskilere karsi radika alternatifleri savunmasi...; bütün bunlar geleneksel Marksist doktrinlerden belirgin bir ayrilma olusturmaktadir (Marcuse 1955).

Bununla birlikte, Horkheimer, Adorno ve Marcuse hiçbir dönemde kati bir siyasal talepler dizisi sunmadilar. Çünkü düsüncelerinin temel bir ilkesi, ki Habermas da buna dahildir, özgürlük sürecinin bir kendini özgürlestirme ve kendini yaratma süreci gerektirdiginde yatmaktadir. Bu anlamda Leninist öncü örgütleri, bunlarin emek, bürokrasi ve otoriter önderlik arasinda kronik bir bölünmeyi yeniden ürettigini düsündükleri için elestirel bir biçimde degerlendirdiler. Elestirel kuramcilar, sürekliligi olan bir siyasal kuram üretmemis olmalarina ragmen, özgürlük ve sosyalizmi birarada düsünen ve rasyonel bir toplumun hedeflerinin, bu topluma ulasmak için gerekli araçlar içinde ve bu araçlarla tutarli olarak tasarlanmasi gerektigini iddia eden bir gelenek içinde yer aldilar.

1930'lu ve 1940'li yillar boyunca Horkheimer'in yönetimindeki Toplumsal Arastirma Enstitüsü, bireysel kimlik olusumu, aile iliskileri, bürokrasi, devlet, ekonomi ve kültürü içeren birkaç farkli alanda arastirma ve çözümleme gerçeklestirdi. "Frankfurt" toplumsal kurami olarak biline gelen elestirel kuram genellikle bildik Marxçi aksiyomlarla ise baslamis olsa da, bulgulan görülebilir bir gelecekte toplumsal dönüsümün önündeki pek çok engeli aydinlattikça, vardigi sonuçlarin çogunlugu geleneksel Marksist kurama aykiri düstü. Asagida belirtilen ögeler takimi, Frankfurt okulunun kapitalist toplumda meydana gelen çagdas gelismeleri degerlendirmeleri açisindan önem tasimaktaydi.

BIRINCISI, ekonomik ve siyasi olanin giderek daha çok bütünlesmesini getiren bir yönelim saptadilar. Tekeller ortaya çikip, devlete müdahale ederken, devlet ekonomik süreçleri himaye etmek ve sürdürmek için müdahalede bulunmaktadir.

IKINCISI, ekonomi ile siyasal toplumun (polity) giderek artan kenetlenmesi, yerel girisimin bürokratik kararlara ve kaynaklara, pazar için- deki dagilimin merkezi planlamaya boyun egisini garantilemektedir. Toplum, giderek daha kendine yeterli hale gelen ama tek yönlü bir biçimde üretime yönelen, güçlü (özel ve kamusal) yönetimler tarafindan düzenlenmektedir.

ÜÇÜNCÜSÜ, bürokrasinin ve örgütlülügün yayilmasi sonucu, araçsal aklin, yani önceden belirlenmis hedefler dogrultusunda araçlari verimli olarak kullanmaya yönelik ilginin yayilmasi araciligiyla toplumsal yasam artan bir biçimde rasyonellesmektedir.

DÖRDÜNCÜSÜ, isbölümünün sürekli olarak genislemesi, yapilmasi gereken isleri de parçalamaktadir. Yapilan isler giderek artan ölçüde makinelestikçe, erkek ve kadin isçilerin kendi emekleri üzerinde düsünme ve örgütlenme sanslari azalmaktadir. Toplam is sürecine iliskin bilgi, daha az ulasilabilir hale gelmektedir. Mesleklerin çogu, atomize olmus ve yalitilmis birimler haline gelmektedir.

BESINCISI, yapilan islerin ve bu islere ait bilginin parçalanmasi, sinifsal tecrübeyi zayiflatmaktadir. Tahakküm hiçbir zaman olinadigi ölçüde giderek kisisellik disi olmaktadir. Insanlar, kendine ait bir varolusa sahip oldugunu gösteren amaçlarin yerine getirilmesi için araçlar haline gelmektedir. Bu süreçleri kosullandiran belirli toplumsal iliski örüntüleri -kapitalist üretim iliskileri- seylesmektedir. Toplumsal yasamin giderek daha çok alani, salt meta özellikleri kazanmaya basladikça, seylesme desteklenmekte ve toplumsal iliskiler görülmedik biçim- de daha az anlasilir hale gelmektedir Çatisma, giderek, toplumun temelini sorgulamayan marjinal sorunlarda onaya çikmaktadir.

Frankfurt okulunun bu süreçleri çözümlemesi, görünürde anonim olan tahakküm biçimlerinin özgül toplumsal temelini ortaya çikartmak ve böylece de, insanlarin, kendiligindenlik ve pozitif eylem yetenegine sahip "özneler ola- rak kendilerinin bilincine varmalari"ni neyin engelledigini göstermek için yola çikmistir. Bu temanin izlenmesinde dikkat, "popüler kültür" araciligiyla fikir ve inançlarin aktarilmasi yolunun yani, benligin dissal (aile disi) toplumsallasmasi araciligiyla kisisel, özel alanin zayiflatil- masinin yolunun degerlendirilmesi üzerinde odaklanmistir.

Horkheimer ve Adorno, burjuva döneminin büyük sanatçilarinin ürünlerinin, tipki Rönesans ve Hiristiyan Ortaçagi'nin büyük sanatçilarinin ürünleri gibi, tamamen pragmatik olan çikarlar dünyasindan belirli bir özerkligi koruduguna inaniyorlardi (Horkheimer ve Adorno 1947). Bu sanatçilarin yapitlari, biçim ya da üsluplari araciligiyla, bireysel tecrübelerini, bu tecrübelerin anlamina isik tutacak bir biçimde temsil ediyordu. Adorno'nun sikça basvurdugu adiyla "özerk" sanat, güzellik ve düzen ya da çeliski ve uyumsuzluk imgeleri gerçeklikten ayni anda hem uzaklasan ve hem de onu aydinlatan bir estetik alan üretmektedir Bu estetik alanin nesne dünyasi kurulu düzenden türetilmekte, ancak bu düzen konvansiyonel olmayan bir biçimde resmedilmektedir. Bu suretle sanat, hem bilissel hem de bas- kaldirici bir özellige sahiptir. Sanatin "hakikat- içerigi", konvansiyonel anlam örüntülerini yeniden yapilandirmasi yeteneginde yatar.

Frankfurt okulu kuramcilari, onlarin dönemine kadar kültürün kendisinin bir "endüstri" ve kültürel varliklarin çogunun da metalar haline gelmis bulundugunu öne sürdüler. Burada "endüstri" terimi, kültürel yapintilarin (artifact) "standartlasmasi" ve "sözde bireysellesme" ya da farklarinin marjinal olmasina (örnegin, televizyon Westernleri ya da film müzikleri) ve bu ürünlerin tanitma ve dagitim tekniklerinin rasyonellesmesine isaret eder. Sanatsal biçimin bütünselligine önem vermeyen kültür endüstrisi, yaratilacak "etkinin öncelikle hâkimiyeti" ile ilgilidir. Kültür endüstrisinin öncelikli amaci, gündelik hayatin sorumluluk ve agir, sikici islerinden geçici bir kaçis saglayarak, oyalanma ve zihinsel uzaklasma yaratmaktir. Bununla birlikte kültür endüstrisinin sundugu kaçis hakiki degildir. Çünkü onun sagladigi -talepler ve çabalardan yalitilmis- dinlenme, insanlari yalnizca yasamlarindaki temel baskilardan uzaklastirmaya ve çalisma azimlerini yeniden üretmeye hizmet eder. Televizyon, sanat, popüler müzik ve astroloji çözümlemelerinde Adorno, özellikle "endüstri" ürünlerinin insanlarin kaçindiklari dünyanin yapisini nasil yalnizca kopyaladigini ve güçlendirdigini göstermeye çalisti. Kültür endüstrisi ürünleri, hayattaki olumsuz faktörlerin dogal nedenlere ya da sansa bagli olarak ortaya çiktigi inancini ve böylece de, bir tür kadercilik, bagimlilik ve yükümlülük anlayisini güçlendirirler. Kültür endüstrisi, mevcut düzen için bir "toplumsal siva" üretir. (Adomo bunun bütün sanat ve müzigin kaderi oldugu düsüncesinde degildi. Örnegin, Schönberg'in yaptigi atonal müzigin elestirel, olumsuzlayici bir islevi sakli tuttugu fikrini yorulmadan sürekli vurguladi.) Frankfurt okulu, modern sanat ve müzik incelemeleri araciligiyla, çesitli kültürel olgularin dogasini degerlendirmeye çalisti. Bu arastirmada, bos zaman etkinliklerinin nasil denetlendigi ve kontrol edildigini göstermeye çalistilar. Hem üretim hem de tüketim alanlarinin, bireyin toplumsallasmasi üzerinde önemli etkileri bulunmaktadir. Kisisel olamayan güçler yalnizca bireylerin inançlari üzerinde degil, ama ayni zamanda onlarin sâikleri üzerinde de hükmünü sürdürür

Frankfurt okulu, kullandigi pek çok psikanalitik kavram araciligiyla, toplumun, toplumsal karakter tiplerini üreterek bireyi nasil olusturdugunu inceledi. Toplumsallasma sürecinde ailenin öneminin giderek azaldigini tespit ettiler. Aileler, dis dünyanin çok güçlü baskilarina karsi giderek zayiflamaya basladi. Bunun sonucu, örnegin, erkek çocugun babasi gibi olmayi özlemek yerine, giderek daha çok, genel olarak kültür endüstrisi (ya da Nazi Almanyasi'nda Fasizm) tarafindan sunulan imajlara benzemeyi özlemesidir. Baba belirli bir gücü sürdürmekte, ancak talepleri ve koydugu yasaklar çocukta, en iyi haliyle, zayif bir içsellesmeyle sonuçlanmaktadir. Babanin iktidari, bu nedenle, keyfi görünmektedir. Bu durumda çocuk, soyut bir iktidar ve güç fikri edinmekte ve bu imaja uygun daha güçlü bir "baba" figürü aramaktadir. Dissal güçlere karsi böylece genel bir dayaniksizlik durumu yaratilmis olmaktadir fasist demagojilere karsi, örnegin. The Authoritarian Personality adli klasik çalismalari (Adorno ve arkadaslari 1950), bu dayaniksizlik durumunu, böyle baskilar altinda belirginlesen bir kisilik sendromu araciligiyla çözümlemeyi amaçladi. Bu çalisma, belirli kisilik özellikleri ile, saldirgan milliyetçilik ya da irkçi önyargi gibi, potansiyel olarak fasist diye tanimlanabilecek siyasal görüsler arasindaki iç baglantilari kurmaya yönelmisti. Çalisma, stereotipler kullanmaya egilimli olan kati bir düsünce tarzina sahip, konvansiyonel degerlere ve otoriteye körlük derecesinde itaatkâr ve bâtil inançli olan bir "standartlasmis" birey ortaya çikardi. Ideolojinin ne kadar derinde kök salmis oldugunu ve insanlarin "kendi rasyonel çikarina karsit" inanç sistemlerini neden kabul edebildiklerini gösterdi. Çalismada otoriter kisilik tipi, elestirel yargi yetenegine sahip olan özerk bir bireye karsit olarak ortaya konuyordu.

Frankfurt okulunun çagdas kültür, otoriterlik örüntüleri vb. degerlendirmeleri, özgürlesme için yapilan mücadelenin büyümesine yardim niyeti tasiyordu; ancak, bu tasarimin kati anlami üzerinde okul üyeleri arasinda bir tartisma bulundugu gerçegi de hemen ardindan eklenmelidir. Zaten, Frankfurt okulunun çalismalarinda belirgin bir paradoks bulundugu açiktir, bu, insani ve toplumsal degisme potansiyellerinin tarihsel olarak temellendirilmesi gerekliligini savunduklari için özellikle rahatsiz edicidir. Sunduklari kuram temelden bir toplumsal dönüsümün önemini vurgulamasina ragmen, bu temel pek de toplumsal mücadelede yatmiyordu. Elestirinin iliskilendirme terimlerini ve siyaset kavramini genisletmeleri, kendi konumlarindan dolayi ortaya çikan gerilimleri birarada tutmada önemli bir adim olusturuyordu. Tam da, kapitalizmin dönüsmesinin kaçinilmaz olmadigini gördükleri için, ideoloji elestirisiyle bu denli ilgileniyor ve böylece varolan hâkimiyet yapisindan bir kopusun olanakliligina dair bir farkindalik yaratilmasina yardim ediyorlardi. Ancak gerilimler, sorgulanabilir bir tezden kaynaklanmaktadir: Hem belirli siyasal mücadele tiplerinin ve hem de kendi çalismalarinin bu mücadeleler için önemini degerlendiremeyen bir tezden.

Frankfurt okulunun baslica ilgilerinden bir tanesi, Marx'in düsündügü gibi devrimin neden Bati'da gerçeklesmedigini açiklamakti. Devrimin olmamasi durumunu yorumlamaya çalisirken, siyasal olaylarin karmasikligini gözardi ettiler. Degismenin mevcut düzenle kat'i bir kopus onucu gerçeklesmesi gerektigine dair var- sayimlan, toplumu dengede tutmak üzere çali- san güçlerin kudretine gereksiz bir önem ver- melerine neden oldu. Umduklarinin neden gerçeklesmedigini açiklamaya çalisirken, "sistem"in muhalefeti emme kapasitesini abarttilar. Bunun sonucu olarak, elestirel kuram, Bati'da ve Bati disindaki önemli toplumsal ve siyasal mücadeleler -siyasetin yüzünü degistiren ve hâlâ da degistirmekte olan mücadeleler- alaninin önemini kavramakta yetersiz kaldi.

Frankfurt okulu kuramcilari, degisen siyasal olaylar kümesine her zaman gerekli kiymeti verememelerine ragmen, yine de kuram, elestiri ve radikal siyasal hareketleri kisitlayan birçok tahakküm biçimini çözümlenmesi konularindaki ilgileri, dikkate deger pratik bir etkide bulunmustur. Bu alandaki çalismalari, Marksist gelenegin bütünleyici ve önemli bir parçasi durumundadir.

Burada ele alinamayacak olmasina karsin, Frankfurt okulunun konumuna iliskin baska elestiriler de mevcuttur . En önemli kusurlara, elestirel kuramcilarin ikinci kusagina mensup üyelerin yazilarinda, özellikle de düsüncelerini Adorno, Horkheimer ve Marcuse'ninkin- den temelden farkli bir çerçevede olusturan ikinci kusagin önde gelen ismi Habermas tarafindan deginilmis olmasi anlamlidir. Habermas, özellikle, elestirel kuramin rasyonellik ve "iyi toplum" konusundaki ön gereklilikleri açimlamaya giriserek elestirel kuramin felsefi temellerini derinlemesine arastirmis ve elestirel kuramin kapitalist toplumun gelisme olanaklari konusundaki yorumunu yeniden degerlendirmistir (Habermas 1968,1973). Henüz bir gelisme süreci içinde olan Habermas'in çalismasi, her ne kadar bugün biz elestirel kuramin çogu doktrinini elestirmeden kendimize mal edemiyorsak da, elestirel toplum kuraminin gelistirilmesinin hâlâ canli bir proje oldugu gerçegine bir delil teskil etmektedir.

Marksist Düsünce Sözlügü
Tom Bottomore
Çeviri: Meral Özbek
Iletisim Yayinlari

Hiç yorum yok: